Nasrullah Gazetesi - Kastamonu HaberleriNasrullah Gazetesi
HV
01 NİSAN Cumartesi 23:29

Gitme kal bu şehirde

Cebrail Keleş
Cebrail Keleş
Giriş Tarihi : 25-02-2023 11:45

Küstürmeyin insanları hayata.
Sonra her şeyden vazgeçiyorlar.
Yaşamaktan güzel olan her şeyden 
Bir odada yalnızlığı 
Bir dağ başında kalmayı,
Bir adada mahsur kalmayı...
Nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar...
Küstürmeyin işte bazı insanları...

Nazım Hikmet
(Ben Balıkçı Şef; biraz dertleşme ihtiyacı içindeyim. Okurdan başka da kimim kimsem yok, o yüzden kayıtlara geçsin diye kaleme alınmıştır.)
… 
Bundan uzun yıllar önce elde naylon bir valizle çıktım ata topraklarımdan, köksüz bir ağaç gibiydim.
Şehir şehir gezdim. Artık hangi şehre gitsem yabancıydım, kendi ata topraklarım dâhil. Her yerde ben ötekiydim, şehre gelen bir yabancıydım. 
Bir kuru ekmek kavgasıydı bizimkisi, kökümüz de, köklendiğimiz bir toprak parçası da, başımızı sokacak yuva diyeceğimiz bir yerimiz de bir “Memleketimiz”de olmadı.
Her şehir bizim için kısa bir mola verilecek durak gibiydi. Az bir şey soluklanıp beklediğimiz ve gelen otobüse binip yeni bir hayata gittiğimiz. 
Geride bıraktıklarımız sadece el salladılar,
Hiç kimse de;
“ Gitme kal bu şehirde” demedi.

Bir gün yine iki küçük çocukla bindiğim otobüs, hiç bilmediğim, görmediğim bir şehrin girişinde durdu, şoför bana baktı ve…
-Bu son duraktır dedi.
İsimsiz şoför, isimsiz yolcunun arkasından bakarken çok fazla bir şey düşünmüyordu nihayetinde şehre yine bir yabancı getirmişti. Gelip geçen sıradan onlarca kişiden biriydi. Sadece bir sayıydı nüfus kayıtlarında. Otobüs yeniden hareket etti ve bir sonraki yolcusu için karanlıklar arasında kayboldu gitti.
Şoför son durak diye özellikle söyleyince elimdeki bilete baktım, tek yönlüydü, gidiş vardı, dönüş kısmı boştu. 
Elimde valiz, yanımda eşim ve çocuklarımla ilk adımımızı attık, yeni şehrimize.
Yıllar yılları kovaladı, 
İlk valizle çıktığım bu yolda ilk durağım olan Bingöl’de “Ben’dim, Sivas’ta “biz” olduk, Gümüşhane’de ise iki çocuklu bir aile.
Kastamonu’da çocuklarımız büyüdü, okudu, evlendiler bir bir yuvadan uçtular. Yine biz bize kaldık.
Bu kadar şehir gezdik, yer değiştirdik ama değişmeyen bir tek şey oldu,
“Yabancılık”.
Bu şehre ilk geldiğim günden bu yana her fırsatta bu şehri, kültürünü, doğasını, insanını tanımak için çabaladım. İlk olarak yaşadığım sokaktan başlayarak gidebildiğim en uzak dağına kadar gidip tanımaya, elimden, kalemimden, objektifimden geldiği kadarı ile tanıtmaya gayret ettim. 
İstedim ki gördüğüm tüm bu güzellikler sadece benim aklımın gönlümün bir köşesinde kalmasın. Paylaşayım ki ne kadar şanslıyım herkes görsün, herkes bilsin.
Hafta sonlarında mutlaka şehrin eski sokaklarında kayboldum, istedim ki mahalle kültürünü tanıyayım. Kentin eski yapılarını, konaklarını, beylerin evini gezdim ki kentli insanların yaşama tarzlarını bileyim. Esnafla oturdum, onlarla çay içtim, onlar anlattı ben dinledim. Ticaret nedir ilk ağızdan dinledim.
Nasrullah meydanında sırtımı kaleye verip kış güneşinde emeklilerin aralarında yaptığı bitmek bilmeyen, sonu gelmeyen siyaset konuşmalarını dinledim.
Simit aldım kopuğun yerinden, ya da tekeliden Aşir efendide çayıma katık ettim. Bülent ustamın elinden tirit yedim,
Çay boyunda yürüdüm karda, kışta, hele hele sonbaharda.

Saat kulesinden parlayan bir mücevher misali şehrin üstünde parlayan kaleyi seyrettim yaz gecelerinde.
Nasrullah Köprüsünden geçerken Sadaka taşlarını sevdim, içine baktım, cebimde yoktu sevgimi gülüşümü bıraktım,

Dağlarını gördüm doyamadım çekmeye, görmeye, yazmaya. Sadece Ilgazı değil, Yaralıgöz, Göynük, Elekdağı da yazdım. Her biri bir ömür gezilse bitmeyecek güzelliklere sahipti, hepsine aşkla baktım, aşkla çektim, aşkla yazdım.
Denizi gördüm mavisine, dağını gördüm yeşiline vuruldum.
Bozkurt/ Çatalzeytin arasında sisi gördüm beyazın bu kadar tonu var mı dedim çok sevdim. Doğanyurt Maden Kızıllı Kervansaray arasında kar fırtınasında kar tanelerinin birbirine değmediğini görünce kavga olmadan da yaşanabilirmiş dedim çok sevdim.  Kastamonu çay boyunda aheste aheste yağan sonbahar yağmurunda yürürken, yaprakların insanı çok mutlu edebileceğini öğrendim ve çok sevdim.

Ilgaz’ın zirvesinde taş taş üstüne koyup kendi obamı yapıp, kendimle baş başa kalmayı öğrendim ve çok sevdim.

Kısaca ben bu şehri her şeyiyle çok sevdim.

Memleketin neresi?
Uzun yıllar sonra ancak ölümde, hastalıkta taziyede bir araya gelebildiğim akrabalarımla ata topraklarındayım. Hani öyle çok da uzak bir yer sayılmaz. Doğduğum topraklar Ilgaz’ın hemen öte yüzünde.
Ana kucağı, baba ocağı dediğim yerler.
Zaman bulduğumda kimseye haber vermeden tek başıma çocukluğumun geçtiği sokaklarda gezmeye çıkarım.
Benden kalma bir iz ararım ata ocağımda. Nereye gitsem yabancı, nereye gitsem ötekiyim.
Ne o eski mahallem kalmış, ne o bahçesinden elma, erik kopardığımız komşu bahçeleri. Her şey, herkes yabancı olmuş.
Akrabalarla taziye de oturuyoruz. 
-Sizin memlekette çok orman var, o yüzden çok kar yağar diyen yaşlı akrabamı dinlerken anlıyorum kiartık ben buraya ait değilim. Burada benden hiç bir şey kalmamış.
Ben burada el âlemim.
Uzaktan gelmiş bir yabancıyım. Sadece üç beş kişinin hayalinde kalmış silik bir hatırayım.
Hani tanımadığınız biriyle bir araya gelince ilk olarak sorulur ya;
-Nerelisin hemşerim diye
Ben de bilmiyorum nereliyim.
Baba ocağında Kastamonulu, Kastamonu’da el memleketliyim. 

Peki, gerçekte ben nereliyim diye uzun uzun düşündükten sonra bunun tek bir cevabı olduğunu gördüm.
Elbette Ilgazlı

Beni sorgusuz sualsiz kabul eden, yargılamayan, ötekileştirmeyen tek yer olan Ilgaz.

Yıllardır beni bilen bilir hep söylemişimdir. Ilgaz sadece bir dağın adı değil benim “Memleketim”  terk etmeyen sevdam, ilk torunumun adıdır diye.
Hep soruyorlar niye Ilgaz,
Burası kimseye ait değil, hiç kimsenin tekelinde değil.
Milyonlarca yıldır burada. Buraların hep deniz olduğu dönemde de buradaydı, bugün de, yarın da burada olacak.
Dünya yüzünde hiç insan yokken o yine buradaydı.
Ezelden gelip ebede giden “sonsuzluğun” adıdır benim için.
Memleketimin adını soran olursa gönül rahatlığı ile derim ki “memleketim Ilgaz”  dün de, bugün de, yarında. Her zaman.
İçinden mi diyen olursa da cevabım hazır.
-Ilgaz’ın haçatındanım, hem de zirvesinden.

“öyle yoruldum, yoruldum ki dünyayı tanımaktan”
Gelelim son günlerdeki umutsuzluk, depresif durumuma.
Stephen King’in ‘The Green Mile‘ “Yeşil Yol” unu ilk okuduğumda farklı bir memleketteydim. Film olarak izlediğimde ise bambaşka bir yerde ve yaştaydım.
Ama şu replik hiç aklımdan çıkmadı.

“Yoruldum, patron. Yollarda, yağmurda yalnız bir güvercin gibi olmaktan yoruldum. Hiçbir zaman ne yapacağımı, nereye gideceğimi, söyleyecek bir dostum olmamasından bıktım artık. 
En çok ta insanların birbirine kötü davranmasından bıktım.”

Ben de yaşlanıyorum ve çok yorgunum artık. Dağlarda, yollarda, şehirde yalnız bir elik, ürkek bir karaca gibi olmaktan ben de çok yoruldum.
İnsanların birbirine ve bana kötü davranmasından usandım.
Ne yapacağımı nereye gideceğimi söyleyecek bir dostumun olmamasından bıktım.
 …
Yaşlıyım artık ve bir kez daha baştan başlamaya ne mecalim ne isteğim var. Burası son durağım, burada başlamadı ama burada bitecek benim öyküm. Uzak topraklardan gelen bu yaşlı beden, burada toprağa karışacak. 

 “Issız bir yerde yaşamak istiyorum; adımı da bakkaldan, kasaptan,  sütçüden başka kimse bilmesin.”

Tercih edilmiş yalnızlığımı yaşayacağım bir yere ihtiyacım var.
Gözden de gönülden de uzakta küçük bir kulübe istiyorum. Başımı kaldırdığımda gece yıldızları, gündüz Ilgaz’ı görebileceğim bir yer.
Torunlarımı bekleyeceğim, onlarla eğleneceğim, kitap yazacağım, çiçek yetiştireceğim bir yer arıyorum.
Yanıma torunum ılgazı alıp ılgazı seyredeceğim bir yer olsun,
Kim bilir belki turnaları seyrederiz birlikte,
Ve bir şarkı söyleriz Ilgaz’ın üstünden uçan turnalara…
“Gitme kal bu şehirde”

Cebrail Keleş/Balıkçı Şef
23 Şubat 2023-Kastamonu

YORUMLAR
DİĞER YAZILARI YARALIGÖZ DAĞLARINDA… Yüce Dağ Başında Yanar Bir Işık… ORMANIN KÖYLÜSÜ Sesimi Duyan Var mı? KOMŞUMUZ ÇANKIRI… TAŞLARIN DİLİNDEN ANLATILAN SESSİZ ÖYKÜLER! UZAKLARIN TÜRKÜSÜ… ÖZEL İDARE’DEN ÖZELLİĞİ OLAN ÖYKÜLER… 5000 YIL ÖNCE ALPLER’DE DONAN OTZİ ile ORTAK NOKTAMIZ  “SİYEZ” 2022 YILI BÖYLE GEÇTİ… ADI RUS KENDİ YERLİ SEMAVERİN BAŞKENTİ VEZİRKÖPRÜ… Kastamonu’da Zaman CİDE YEREL EYLEM DERNEĞİ MAVİ-YEŞİL BİR MASALIN ADI “ÇATALZEYTİN”… Koru Öksüz Kaldı… KASTAMONU’NUN ZÜMRÜT TAŞI/ DOĞANYURT Kestane balının diyarı ILGAZ’A KAR YAĞMIŞ DEDİLER BEYLER BARAJINDAKİ GİZEMLER DÜNYAYA ARMAĞANIMIZ “HORMA KANYONU” Geri döndüğümüzde şehrimiz bize çok renksiz gelecek! Buraları Görmeden Ölmeyin BURALARI GÖRMEDEN ÖLMEYİN “LOÇ VADİSİ” BİZİM MEMLEKET “KASTAMONU” ILGAZ’DA BÜYÜLÜ SONBAHAR 15 YIL ÖNCE 20 YIL SONRA AZDAVAY Bizim Memlekette Sonbahar Sakin Şehir Köyceğiz Günlüğü (1) Benim Adım Sonbahar, Memleketim Kastamonu… Orda Bir Köy Var Uzakta… UZAK DİYARLARIN TÜRKÜSÜ Kastamonu Tarihinin Sessiz Tanıkları “Anıt Ağaçlar” Şenpazar’da Yayla /Doğa/Şelale El Ele Daday’da 137 Yıllık Duvar Saatli Konak… Ilgaz’ın Çiçekleri Ilgaz’ı Anlatıyor… MÜZEDEKİ ASALET… Bizim Memleket Ilgaz’da İlk Yaz Anne Ben Geldim… Yitik Bir Mesleğin Son Ustalarından Kemal Köse’nin Ardından İstiklal Yolu Atatürk Ve İstiklal Yürüyüşü 350 milyon yaşında bir yapı gördünüz mü? “Çadır Kampı/Karavan/Doğa turizmi” Daday’ın tek taş pırlantası “taşçılar göleti” Kastamonu Çarşı Pazar/İçinde Bir Garip Gezer Ağlı Kalesinden Bakınca Nergis Kokan Şehir Kastamonu Memleketimden insan öyküleri... "Bir köy, bir kadın birçok kedi" Hayallerimin başkenti/Gönlümün sol alt köşesi Ilgaz