Nasrullah Gazetesi - Kastamonu HaberleriNasrullah Gazetesi
HV
01 NİSAN Cumartesi 23:13

TAŞLARIN DİLİNDEN ANLATILAN SESSİZ ÖYKÜLER!

Cebrail Keleş
Cebrail Keleş
Giriş Tarihi : 28-01-2023 12:43

TAŞLARIN DİLİNDEN ANLATILAN SESSİZ ÖYKÜLER!

Arkeoloji müzesinin girişindeki taşa kazınan aşk romanı…

Ben bu şehri seviyorum.

Memleket demişim, Ilgaz’ın bağrındaki şehrim, sevdam demişim bir kere. Ne zaman bir fırsat bulsam yaz, kış soğuk sıcak demem düşerim kadim şehrin eski sokaklarına.

Vilayet binasıdır nirengi noktam. Merdivenlerinden şehri şöyle bir seyrederim. Bu bina ki öyle sıradan bir yapı değildir, adeta şehrin tapusudur ve mührü de duvara kazınmıştır. Meydana doğru inerken karşımda kale üstündeki bayrakla selamlaşırız. Şerife bacım elinde değneği, sırtında mavzeri, arkasında kağnısı, üstünde yavrusuyla bize o günleri unutmayın der gibidir.

Meydanda sırtını kimi kaleye kimi vilayete vermiş konuşan, düşünen, bekleyen insanlar görürüm. Ellerinde tespih, dillerde bir eski zaman türküsü dolanır. Çocuklar için oyun parkı, gençler için buluşma noktası, ihtiyarlar için dinlenme vakit geçirme alanıdır.

Nasrullah Meydanında şadırvandan sular akar, uçar güvercinler…

Bir Kastamonu klasiğidir tatil günlerinde eline çocuğunu, torununu alıp güvercinlere yem vermek. Kış zamanı çok kalabalık olmaz, soğuktur, serindir. Tekeliden simidi alıp, münire de sıcak sobanın karşısında yemek ayrı bir keyiftir.

Ceketini şadırvana asar, kollarını sıvar, oturur çeşmenin başına. 517 yıldır olduğu gibi o daim akan sudan besmeleyle abdest alınır. Kandil gecelerinde buhur kokar bu kentin meydanı. Bunu kitaplar yazsa da o kokuyu almak için bir akşam Nasrullah camisinin içine girmek gerekir.

Dedik ya bu şehri kitaplardan okunarak öğrenemezsiniz. En tatlı hediyeliktir çekme helva. Pekâlâ, çekme helva nedir derseniz Yakup ağa külliyesine gidip o eski tarihi yapıda nasıl yapıldığına bizzat şahit olup, İşletmecisi Onur’la sohbet ederek öğrenmek çok daha kolaydır.

Cumartesi günüyse mutlaka köylü pazarına uğrayın derim. Pazardaki ürünlere bakarak bu topraklarda neler yetiştiğini o mevsimin en taze organik ürünlerini bulabilir, satıcılarla konuşup yerel isimlerini özelliklerini öğrenebilirsiniz. Hatta filozof pazarcılardan niye bu işi yaptıklarını dinleyebilirsiniz.

Kırk Nedir?

Durmayın, yorulmanın zamanı değil.

Vurun kendinizi kefelinin yokuşuna, kırk direkli cami, karşısında maden dede karşınızda kale var. Önce bu caminin duvarında kırk üzerine yazılan ilginç bilgileri okuyun. Sonra içerideki o kırk direğin taşıdığı tarihi hissedin.

Burası şehrin kalbi, ruhunun saklandığı, eskiye dair seslerin, renklerin, güzelliklerin gelişigüzel oraya buraya serpiştirildiği harikalar sokağıdır. Evlerin pencerelerinde ortanca çiçekleri yine yağ tenekelerine ekilir, perdeleri tırnak bağından yapılmıştır, balkonlarında çamaşırlar asılır. Kilitli parke taşlı, Arnavut kaldırımlı sokaklarında tarih durmuştur sanki. Dış kapılarındaki çifte tokmaklar, kapının hemen üstündeki “muşabak”lar bir eski kültürün unutulmuş hazineleri olarak karşımıza çıkar.

 

 

Yine elimde makinem, ayağımda botlar kırk yıl gezsem, kırk makine eskitsem, kırk kez yazsam yine de eksik kalacak bir şehir gezisindeyim.

Ben ne zaman böyle bir şehir turuna çıksam bilmem nedendir, mutlaka arkeoloji müzesinin bahçesinde son bulur.

Taşlara yazılan değil kazınan öyküler…

Eskiden çok çok eskiden kadim zamanlarda insanların öyküleri yazmayıp taşlara kazırlarmış. Öyle açık açık yazmayıp bir sembol bir simgesel anlamlı nesneler, hayvanlar, bitkilerle anlatırmış diyeceklerini.

Günümüzde sosyal medyada yapılan günü birlik hatta anlık bildirimler, o devirde asırlık yapılırmış, hatta milenyumluk.

Mezar taşları birer hatıra defteri, tapınaklar, mabetler, asar-ı atikalar yazısı olmayan kitaplarmış.

Bir mezar taşının başındayım. Ölen kişinin yakınları sevdikleri onu ölümlüler arasından çıkarıp o taşlar durduğu müddetçe yaşatmak için bir taşa öyküsünü kazımışlar.

Bir tarak, bir ayna ya da elinde kılıç olan bir savaşçı ya da ailenin toplu bir yansıması, baba ve anne koltuğunda otururken yanında çocukları,

Altında eski dilden bir yazı ve tercümesi,

“Sonsuza kadar birlikteyiz.”

Mermerin içinde ne var…
Heykel denince dünyanın gelmiş geçmiş sanatçıları arasında en büyük 8.dehası olarak kabul edilen Michelangelo’yu anmadan geçmek olmaz. (6 Mart 1475 – 18 Şubat 1564) arasında yaşayan İtalyan Rönesans dönemi ressam, heykeltıraş, mimar ve şairidir.

26 yaşında dünyayı kendine hayran bıraktıran o ünlü Davud heykelini mermer bloğun yanına bir baraka inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman geceli gündüzlü çalışarak Rönesans sanatının harikalarından biri olarak kabul edilen Davud’u yapar.

Herkes hayran hayran heykeli izlerken içlerinden biri dayanamaz ve üstada sorar;
 “-Nasıl böylesine güzel heykeller yapabiliyorsunuz?” diye.

Usta tarihe mal olan o sözü söyler,  “ O güzellikler zaten taşın içindeydiler, ben sadece fazlalıkları attım. Mermerin içinde hapsolmuş meleği gördüm ve o serbest kalana kadar yonttum".

Bu kadar üst düzey sanatçıların bize garip gelen davranışları olduğu doğrudur.

Derler ki; Michelangelo yaklaşık 4 aydır her gün (5-6 metre kadar) tek parça bir heykele saatlerce sadece bakmakta ve akşam evine akşam yemeğini yemeye gitmektedir. Bunu öğrenen Prens dayanamayıp sorar:

-Ne yapıyorsun?

Büyük üstat yavaşça dönerek fısıldar: "sto lavorando" (çalışıyorum)…

Bizim müzenin girişinde tam kapının altında menşeini tam olarak bilmediğim merak da etmediğim bir mermer parçası var.

Önde nerdeyse tripli diyebileceğim biri belki bir prens/kral/bey biri elinde bir demet tutuyor. Buğday mı yoksa başka bir şey mi bilemiyorum. Diğer elini çenesine koymuş hüzünlü bir duruşu var. Arkasında biri kolundan tutuyor,

Tüm bunlara uzun uzun bakarken hanım kolumdan çekiyor bir saattir bu taşa bakıyorsun,

-Ne yapıyorsun?

-Düşünüyorum ve bu taşın ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum.

Göz ucuyla bakıyor ve sanki

-Üzülme “düzelüüü beee”  diyor.

Müzenin yanında 4 bin yıllık bir lezzeti keşfetmek…

Taşlara o kadar dalmışım ki zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım,üstelik sabahtan bu yana tüm şehri dolaşmışım,

Yorgunum,

Açım.

Müzenin hemen yanı başında bir tabela,

Komagene tam da aradığım yer.

Günün anlam ve manasına uygun bir son olacak diye çalıyorum kapıyı.

O her ne kadar kendini eski gazeteci olarak tanımlasa da benim gönlümde her zaman meslektaşım olarak kalacak olan Burak Yumukoğlunun güler yüzünü görüyorum.

-şefim hangi rüzgâr attı seni buraya diyor,

Kadim tarihin izlerini sürerken Hz İbrahim zamanından kalma lezzetin sesi diyorum.

Çiğ köftenin tarihini kısaca duvardaki nottan okuyorum.

 “Kral Nemrut, yaşamını ilahi dini yaymaya adayan Peygamber Hz. İbrahim’in büyük bir ateşte yakılmasını emreder. Bu amaçla bölgedeki bütün odunları toplatır. Hatta bölgedeki odunlar tükenmesin diye halkın ateş yakmasını da yasaklar. Yine rivayete göre bir avcı, avladığı ceylanı evine getirir. Hanımından da ceylan etiyle bir yemek hazırlamasını ister. Ancak kadın odun bulup ateş yakamaz, zaten odun olsa da yakılması yasaktır. ‘’Ne yapsam, ne pişirsem’’ diye düşünerek çareler arayan kadının neden sonra aklına bir yöntem gelir.

Önce ceylanın but tarafından etini ayırır ve bu etleri sivri bir taşla iyice ezerek kıyma kıvamına getirir. Sonra da bu eti; bulgur, biber ve tuzla karıştırarak bir süre güzelce yoğurur. Böylece tadına doyum olmayan o leziz çiğ köfte ortaya çıkar.

Tarihçesi et üzerine kendisi etsiz çiğ köftenin tadına bakarken geçtiğimiz yıllarda Gazeteciler Cemiyetiyle yaptığımız, Urfa’yı, Halil-u Rahman gezimizi düşünüyorum.

Elimde 4 bin yıl önce bulunduğu rivayet edilen bir lezzetin günümüze uyarlanmış hali, karşımda hayatın baharında kendine farklı bir yön çizebilme cesareti gösteren yüreğinin götürdüğü yere giden bir genç var.

Yanı başımızda acılarını, sevinçlerini, aşklarını bizlere taşlar vasıtasıyla miras bırakan bu topraklarda yaşamış hemşerilerimizin eserleri,

Sırtımızı dayadığımız duvarların arkasında her bir taşı farklı devirde konmuş binlerce yıllık hikâyeleri önümüzde kimbilir kaç bin yıldır bu vadide akan Karaçomak deresi var.

Seviyorum bu şehri.

Ben ne zaman içimde bir sıkıntı duysam, ne zaman hayata dair umutsuzluğa düşsem, elde makine şehrin sokaklarında alırım soluğu.

Elimde hayali bir çekiç, önümde hayali bir mermerim olduğunu düşünürüm.

Öyle şehre boş gözlerle bakarken olur ya birisi gelir de,

-Ne yapıyorsun?  Diyecek olursa cevabım hazır.
"sto lavorando" (çalışıyorum)…


26 Ocak 2023 Kastamonu
Cebrail Keleş/Balıkçı Şef.

YORUMLAR
DİĞER YAZILARI Gitme kal bu şehirde YARALIGÖZ DAĞLARINDA… Yüce Dağ Başında Yanar Bir Işık… ORMANIN KÖYLÜSÜ Sesimi Duyan Var mı? KOMŞUMUZ ÇANKIRI… UZAKLARIN TÜRKÜSÜ… ÖZEL İDARE’DEN ÖZELLİĞİ OLAN ÖYKÜLER… 5000 YIL ÖNCE ALPLER’DE DONAN OTZİ ile ORTAK NOKTAMIZ  “SİYEZ” 2022 YILI BÖYLE GEÇTİ… ADI RUS KENDİ YERLİ SEMAVERİN BAŞKENTİ VEZİRKÖPRÜ… Kastamonu’da Zaman CİDE YEREL EYLEM DERNEĞİ MAVİ-YEŞİL BİR MASALIN ADI “ÇATALZEYTİN”… Koru Öksüz Kaldı… KASTAMONU’NUN ZÜMRÜT TAŞI/ DOĞANYURT Kestane balının diyarı ILGAZ’A KAR YAĞMIŞ DEDİLER BEYLER BARAJINDAKİ GİZEMLER DÜNYAYA ARMAĞANIMIZ “HORMA KANYONU” Geri döndüğümüzde şehrimiz bize çok renksiz gelecek! Buraları Görmeden Ölmeyin BURALARI GÖRMEDEN ÖLMEYİN “LOÇ VADİSİ” BİZİM MEMLEKET “KASTAMONU” ILGAZ’DA BÜYÜLÜ SONBAHAR 15 YIL ÖNCE 20 YIL SONRA AZDAVAY Bizim Memlekette Sonbahar Sakin Şehir Köyceğiz Günlüğü (1) Benim Adım Sonbahar, Memleketim Kastamonu… Orda Bir Köy Var Uzakta… UZAK DİYARLARIN TÜRKÜSÜ Kastamonu Tarihinin Sessiz Tanıkları “Anıt Ağaçlar” Şenpazar’da Yayla /Doğa/Şelale El Ele Daday’da 137 Yıllık Duvar Saatli Konak… Ilgaz’ın Çiçekleri Ilgaz’ı Anlatıyor… MÜZEDEKİ ASALET… Bizim Memleket Ilgaz’da İlk Yaz Anne Ben Geldim… Yitik Bir Mesleğin Son Ustalarından Kemal Köse’nin Ardından İstiklal Yolu Atatürk Ve İstiklal Yürüyüşü 350 milyon yaşında bir yapı gördünüz mü? “Çadır Kampı/Karavan/Doğa turizmi” Daday’ın tek taş pırlantası “taşçılar göleti” Kastamonu Çarşı Pazar/İçinde Bir Garip Gezer Ağlı Kalesinden Bakınca Nergis Kokan Şehir Kastamonu Memleketimden insan öyküleri... "Bir köy, bir kadın birçok kedi" Hayallerimin başkenti/Gönlümün sol alt köşesi Ilgaz